“Biz Karşıyakalıyız” Ne Demek? — Aidiyetin Gücü mü, Ayrıcalığın İncelikli Maskesi mi?
Slogan Gibi Yaşamak: “Biz Karşıyakalıyız”ın Samimi ve Sarsıcı Yüzü
İtiraf edelim: “Biz Karşıyakalıyız” cümlesi kulağa iyi geliyor. Bir vapur düdüğü, çarşının ritmi, sahilde günbatımı ve yeşil-kırmızının iç ısıtan çağrışımı… Hepsi bu cümlenin içine sızıyor. Ama tam da bu yüzden soralım: Bu ifade, ortak bir sorumluluk çağrısı mı, yoksa kabuğuna çekilen bir aidiyet kalkanı mı? Gurur verici bir yerel kimlik inşa etmek ile ince bir “biz”–“onlar” ayrımı üretmek arasında mesafe bazen bir lokmalık lokma kadar kısa olabilir.
“Biz Karşıyakalıyız” dediğimizde kimi dâhil ediyoruz, kimi dışarıda bırakıyoruz? Bu cümleyi duyduğunda kendini davetli hissetmeyen biri için Karşıyaka hâlâ Karşıyaka mı?
Romantizmin Kör Noktaları: Nostalji, Seçicilik ve Görünmeyen Emeğin Silikleşmesi
Karşıyaka anlatıları çoğu zaman parıltılıdır: sahil, bisiklet yolları, çarşı, pazar, tribün kültürü… Fakat bu parlak yüzeyin altında görünmeyen emekler, düşük ücretli işlerde çalışanlar, bakım yükünü sırtlananlar, kira artışlarına direnenler, göçle gelen ve hâlâ “misafir” muamelesi gören insanlar vardır. “Biz Karşıyakalıyız” söylemi, bu sessiz kalabalığı görünür kıldığı ölçüde değer taşır.
Provokatif ama gerekli soru: Karşıyaka’yı “özel” yapan nedir—iyi anlatılmış bir kartpostal mı, yoksa eşitlik için verilmiş gerçek bir mücadele mi? Kartpostallar güzeldir; fakat adil kiralar, erişilebilir parklar, güvenli gece yolculukları, engelsiz kaldırımlar olmadan o kartpostal bir süre sonra soluklaşır.
Marka Olmak mı, Mahalle Kalmak mı? Kimlik ve Piyasa Arasında İnce Çizgi
“Biz Karşıyakalıyız” ifadesi, bir marka vaadi gibi de çalışabiliyor: belirli bir yaşam tarzı, belirli bir estetik, belirli bir politik-etik tutum… Peki bu marka dili, mahalle hissinin önüne geçtiğinde ne olur? Mekânlar butikleşir, kiralar tırmanır, “ben de geleyim” diyenler için görünmez bir eşik oluşur. Kimlik güçlendikçe kapsayıcılık zayıflıyorsa, aidiyet duygusu içe kapalı bir kulübe dönüşür.
Kendimize dürüstçe soralım: “Biz Karşıyakalıyız” derken komşumuzun derdini, yeni gelenin hikâyesini, gece vardiyasından dönen kadının güvenliğini, tekerlekli sandalye kullanan gencin rotasını da dâhil ediyor muyuz? Yoksa yalnızca kendimize benzeyenleri mi seviyoruz?
Tribünden Sokağa: Dayanışmanın Sesi ve Şiddetsiz Kültürün Sınavı
Karşıyaka Spor Kulübü etrafında şekillenen o güçlü tribün ruhu, dayanışma ve kolektif hafıza için paha biçilmez. Fakat yüksek ses her zaman kapsayıcı ses değildir. Tribün kültürü şiddetsiz, cinsiyetçi olmayan, ayrımcılığa kapalı bir çizgide ısrar ettiği sürece “Biz Karşıyakalıyız” cümlesi gerçek bir toplumsal sözleşmeye dönüşür. Aksi halde, yüksek ses yalnızca başkalarını susturur.
Şu soruyu kulaklarımızdan eksik etmeyelim: Gürültümüz değerlerimizi mi, yoksa başkalarının sesini mi bastırıyor?
“Biz”i Kurmanın Üç Ayağı: Adalet, Erişilebilirlik, Hesap Verebilirlik
Bir “biz”in sahici olabilmesi için üç temel ayağa ihtiyacı var:
1. Adalet: Gelir düzeyi, cinsiyet, yaş, engellilik durumu, göçmenlik statüsü fark etmeksizin aynı haklara erişim.
2. Erişilebilirlik: Kaldırım eğiminden park aydınlatmasına, toplu taşıma saatlerinden kamusal tuvaletlerin hijyenine kadar günlük hayatın küçük ama kritik ayrıntıları.
3. Hesap Verebilirlik: Mahalle kararlarının şeffaf, katılımcı ve ölçülebilir hedeflerle yönetilmesi.
“Biz Karşıyakalıyız” cümlesi, bu üç ayağı güçlendirmiyorsa sadece iyi niyetli bir slogan olarak kalır. Peki, hangi somut adımlar “biz”i gerçeğe dönüştürür? Mahalle meclisleri, genç–yaşlı–çocuk katılımı, gece güvenlik rotaları, kadın ve LGBTİ+ dostu mekân standartları, yerel üretici kooperatifleri, veriyle izlenen kira/erişilebilirlik haritaları… “Biz” ölçtüğümüz, izlediğimiz, birlikte düzelttiğimiz kadarız.
Gurur ve Ödev: “Biz Karşıyakalıyız”ın Anlamını Yeniden Yazmak
Gurur duymak kötü değil; sadece tek başına yeterli değil. “Biz Karşıyakalıyız” demek, ödev de demektir: Birbirimizi kollamak, farklı olana yer açmak, sessiz kalanları duymak, mekânı paylaşmak. Bu cümleyi gerçek kılan; sahildeki günbatımını birlikte izlerken, aynı zamanda gece geç saatlerde güvenle yürüyemeyen komşu için ışığı çoğaltmaktır. Çarşıda alkış tutarken, tekerlekli sandalye için eğimli rampa talep etmektir. Lokma sırasındayken, kirası artan dükkân komşusunun yaşama tutunmasına kol olmaktır.
Şimdi provokatif bir kapanış sorusu: “Biz Karşıyakalıyız” dediğinizde, kendinizi mi, yoksa birbirinizi mi büyütüyorsunuz?
Ve bir diğeri: Bu cümlenin içinde, henüz bizimle aynı dili konuşmayan ama aynı gökyüzünün altında yaşayanlar için yer var mı?
Son söz şu olsun: “Biz Karşıyakalıyız”, yalnızca bir kimlik değil, her gün yeniden verilen bir söz olsun. O sözü tuttuğumuzda, Karşıyaka yalnızca meşhur olmaz; örnek olur.